Gülnarə Cəmaləddin, Azərbaycan Yazıçılar Birliyi Sumqayıt bölməsinin sədri, “Ədəbiyyat və incəsənət” portalı üçün
Türkiyənin tanınmış yazarları ilə müsahibələrimiz davam edir. Sırada Çınar Arıkandır. Həmsöhbətim Mersin Şairler ve Yazarlar Dərnəyi Başqan Yardımcısı, “Maki” dərgisinin yayın yönətmənidir.
-Nasılsınız, Çınar bey?
-Ben Türkiye’nin Mersin iline bağlı Anamur İlçesinde yaşıyorum. Türkiye’mizde evli ve kendisinin evi olan erkeklerin söylediği bir söz var. “İç güveysinden (damattan) halliceyim” diye. İç güveyisi; kız evine damat olarak giren ve kızın ailesi ile birlikte yaşayan erkeklere denir. Evet, ben onlardan iyiyim. Biraz halimiz ve mecalimiz var çok şükür.
Edebiyat denilen ummanın içine dalmış adım adım orada aydınlık bir yol bulup bunu okuyucuyla paylaşmak için çalışıyorum. Mücadele ediyorum. Bir insana daha fazla nasıl yararlı olabilirim diyorum.
Daha önceleri hem devlet işlerinde resmi olarak çalışmam, onun yanında da edebiyat ve kültürel etkinliklerle uğraşmam biraz daha güç oluyordu. Bazen çok istediğimiz bir etkinliği kaçırıyordum. Ancak şimdi emekli oldum. Yetişebildiğim ve ulaşabildiğim etkinliklere katılım sağlıyor, bir yandan da edebi çalışmalarıma, araştırma, inceleme ve kitap çalışmalarıma devam ediyorum. Tabi bunun yanında Mersin Yazarlar ve Şairler Derneği (MEŞYAD) da benim için en önemli işlerimden biri olarak devam ediyor. Dergi yayınına ekonomik şartların çok zorlamasına rağmen arkadaşlarımızın fedakârlıkları ile devam ediyoruz.
-Biraz kendinizi tanıtır mısınız?
-Kendimi tanıtmaya gelince şöyle özetleyebilirim. Çınar ARIKAN; 1957 yılında Mersin’in Anamur ilçesinde doğdum. İlkokula Anamur Kıbrıs İlkokulunda başladım. Bozyazı İlkokulunu bitirdim. Bozyazı Ortaokulu ve Anamur Lisesinde eğitim gördüm.
1976 yılında Mersin Eğitim Enstitüsüne girerek 1979 yılında mezun oldum. Isparta ilinde öğretmenliğe başladım. Mersin, Diyarbakır illerinde çeşitli MEB’e bağlı kurumlarda öğretmenlik ve idarecilik yaptım.
Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Eğitim Yöneticiliği, Planlaması, Ekonomisi ve Teftişi Bölümünü bitirerek Lisans diploması aldım. Maarif Müfettişi oldum. Müfettiş olarak Bingöl’de üç yıl görev yaptım. Konya’da sekiz yıl çalıştım. 2011 yılından sonra bu görevimi Mersin’de sürdürdüm. 2022 yılında emekli oldum. 2006 yılında Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdim.
İlk hikâyem “İki Çanakkale Şehidi” Türkiye genelinde yayın yapan Bizim Anadolu gazetesinde yayımlandı. Öğretmenlik ve müfettişlik görevi sırasında bakanlıktan, valilikten, kaymakamlık ve çeşitli kuruluşlardan maaşla ödül, takdir ve teşekkür belgeleri ile madalya ve plaketler aldım. Öğretmenlik yaparken “Çevre konularının ders plan ve programlarında işlenmesi” konusunda Çevre Bakanlığınca açılan öğretmenler arası eser yarışmasında “İçel İl Birinciliği” ödülünü kazandım.
İçel Kültür Derneği ve Anamur Yöresi Türkmen Kültürünü Yaşatma ve Geliştirme Derneği Başkanlığı (AYTÜRK), Anamur Kültür İhtisas Spor Kulübü Kuruculuğu, Eğitim Enstitüsü Öğrenci Derneği, Kamu Çalışanları Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği, TES Kurucu Üyeliği, MYD Başkan Yardımcılığı, MEŞYAD Başkan Yardımcılığı, HEM Derneği, Yüksek Okul Derneği, Türkiye Folklor Araştırmaları Kurumu Derneği üyelikleri ile diğer sivil toplum kuruluşlarında görevler yaptım.
Çeşitli sosyal-kültürel etkinlik ve yarışmalarda görev aldım. 2019 yılında MEŞYAD-MAKİ “Edebiyata Hizmet Ödülünü” kazandım. Yerel gazete ve dergilerde hikâye, araştırma, şiir ve makalelerim yayımlandı. Halen MAKİ Dergisi yayın yönetmeniyimdir. İnternet üzerinden yayın yapan www.anamursedir.com adlı fikir-kültür-sanat-edebiyat sitesinin sahibi, yayın yönetmeni ve köşe yazarıyım.
Yayımlanmış kitaplarım: Yörük Göçü (Hikâye), Taşeli’den Fıkra Tadında Hikâyeler, Çocuk Hikâye Kitapları: Kasabanın Kadısı, Gülnarlı Ay’a Nohut Ekmiş, Akıl Yapan Portakal,
Derleme olarak 3 Şiir Kitabım yayınladı. 17 kitapta editörlük yaptım. 11 tane kitapta bölüm yazdım ve 3 adet antolojide şiirlerim yayımlandı.
Mersin Kent Konseyi Yürütme Kurulunda görev yaptım. MK konseyi MEŞYAD temsilcisi ve Mersin Şairler ve Yazarlar Derneği (MEŞYAD) Başkan Yardımcısıyım. Fatma hanımla evliyim, 2 erkek çocuk babası ve 3 kız torunun sahibiyim.
-Siz Azerbaycan’da Sumgayıt şehrinde tanınıyor ve çok seviliyorsunuz. Çünkü o sevginin nüvesinde de özel bir sevgi duruyor.
“Sevgi paylaşınca çoğalıyor. Ve bildiğimiz bu ki sevgi verilince karşılığı da sevgi oluyor. Öyle değil mi?”
Azerbaycan’la ilişkileriniz ne zaman başladı, dostlarınız çok mu burada?*
-Dost ve kardeş ülkemiz Azerbaycan’ı çok seviyorum. Ben orayı ikinci vatanım olarak görüyorum. Tabi bu Azerbaycan sevgim iki devlet, tek millet olmaktan kaynaklanıyor. Çocuklugumdan beri Bir Azerbaycan tarı, şarkısı, mahnısı beni alıp taaa Orta Asya’ya ata yurtlarına götürüyordu. Ancak son beş altı yıldır Azerbaycan’dan öyle dostlar edindim ki, bu dostların samimiyeti, davranışları, konuşmaları ve bana gösterdikleri sevgi Azerbaycan’ı daha da çok severek ikinci bir vatan olarak düşünmeme neden oldu. Aslında Türk yurtlarını tek bir vatan ve Turan elleri olarak gören bir kişiyim ben. Gençlik yıllarımı bu uğurda inandığım bu davaya vermiş bir Türk’üm. Sumgayıt benim için önemli. İçinde çok değerli dostlarım var. Hemen aklıma gelenleri sayıvereyim. AYB Sungayıt bölmesinin Sadri Gülnare CEMALLEDDİN, Hafız ATAHANLI(EYNULLAYEV), Arzu GÖYTÜRK, Mansure ELDARKIZI, Rafik YUSUFOĞLU, Almaz Ergüneş BEYAZİD, Zernigar SARVAN,… Daha ismini saymadığım şu an için onlarca dost insan… Onların bana olan sevgisi, benim onlara olan sevgim bir birini tamamlayan iki kalp gibi. Hani derler ya “iki kalp bir olunca samanlık seyran olur” Evet benim için Azerbaycan seyrandır. Daha oralardan hiç kimseyi tanımazken bile ben Azerbaycan’ın hür ve bağımsız olmasını isteyen birisiydim. Şükür ki o günleri de yaşadık. Türk yurtları bağımsız olmadan önce de seviyordum. Şimdi daha çok seviyorum. Karabağ’ın ermeni işgaline uğraması ile içim yanmıştı. Seven insanın içi yanar. Ben o toprakların işgalinde yaşanan olayları hikâyeler ile anlatarak dikkat çekmeye çalıştım. İçimdeki sevgi tomurcuklarını Azerbaycan sevgisi ile besledim. Sizleri çok seviyorum.
-Sumgayıt’la ilgili neler biliyordunuz önceden?
-Aslında Azerbaycan’ın bir şehri olduğundan başka herhangi bir bilgim yoktu. Zaten şehirlerin en önemli yönü şudur: Şehirler içerisinde yaşayan insanların iyi, güzel, dürüst, ahlaklı, medeni, dost ve onların meydana getirdiği eserler ile ruh bulur. Ben Sumgayıt’ı saydığım bu değerlere uygun insanlar orada yaşadığı ve kendi toplumlarına, dünya insanlarına bir ufuk, bir aydınlık gelecek açmak için çabalarını gördüğüm için seviyorum. Tabi bizim ilçemize benzeyen birçok özelliği de Sumgayıt insanında gördüğüm için seviyorum. Doğal güzellikler, harika yapılar, milli ruhu ve heyecanı arttırıcı sanat eserleri benim için çok kıymetli, Sumgayıt’ın bir diğer özelliği de denizinin olması. Biz Türkiye’nin en güney ucu Anamur Burnunun kenarında kurulmuş Anamur şehrinde yaşıyoruz. Deniz görmeyince ruhumuz sıkışır. Sıkıntıya düşeriz, endişeleniriz. İşte bu yön de benim orayı sevmemde bir başka unsurdur.
-Siz Mersin Şairler ve Yazarlar Derneği Başkan Yardımcısı, aynı zamanda "Maki” dergisinin yayın yönetmenisiniz? Zor mu bu işlerle uğraşmak?*
-Evet Mersin Şairler ve Yazarlar Derneği Başkan Yardımcılığı görevini 6 yıldan bu yana sürdürüyorum. Aynı derneğin daha önceden üyesi iken iki yıl süre ile sekreterlik görevini de yapmıştım. Maki Dergisinin daha önce yayın kurulunda çalışırken Mustafa DOĞAN Bey başkan olduktan sonra derginin yayın yönetmenliği görevini üstlendim. Tam 23 sayıdır bu görevi sürdürüyorum. Maki: Türkiye’nin Akdeniz kıyı şeridinde 700-800 metre yüksekliğe kadar yetişen bitki topluluğunun genel adıdır. Genelde bu bitkiler her zaman yeşilliğini koruyan ve yapraklarını dökmeyen bitkilerden oluşur. İşte dergimiz Maki adını bundan almıştır. Maki dergisi her zaman edebiyat adına kendini ispat etmiş, Yerel ve genel edebiyatımızın şair ve yazarlarını bünyesinde toplamış bir dergidir. Maki dergisinin dört kişilik bir yayın kurulu var. 2024 yılı itibari ile en son 124. Sayısı yayımlanmıştır.
Yukarıda da değindim. Dergicilik genç edebiyatçılar tarafından heyecanla ve gayretle ceplerinden tüm masraflarını karşılayarak yapılan bir çalışmadır. Birkaç sayı yayınlanır. Sonra derginin masrafı artıkça yayınlanmaktan vaz geçilir. Çoğu dergiler 3, 5, 10. sayıdan sonra birden bire ortadan kaybolur. Dergi çıkarmak kolay onu devam ettirmek zordur. Dergileri eleştiren de çoktur. Ama bunlara kulak tıkamak zorundasınız. Çünkü onlar bu derginin nasıl hazırlandığını, nasıl basıldığını, nasıl emek verildiğini çoğu zaman bilmezler. Dergicilik zordur, dergiyi yaşatmak daha da zordur. Ben şahsım adına geçmişte Anamur SEDİR, Türkmen, İçel’de Olay, Zümrüt Anamur dergilerinin yayınlanmasında da görevler almıştım. Onlarda 7-8 sayıya ulaşamadan kapandı. Ama Maki yaşıyor ve yaşayacak. Çünki onun arkasında bu işe gönül veren gerçekten özünde edebiyatı duyumsayan ve yazmaya gayret eden bir ekip var. Ben yazıların düzenlenmesi, sayfa mizanpajı ve dizgisini keyifle yapıyor ve derginin matbaaya basılmaya gidişinden sonra da süreci takip etmeyi zevkle ve heyecanla yapıyorum. Zaman ayırıyorum. Dergiye öyle yazılar gelir ki bilgisayarın her yazı stilinde, sanki dergiye öyle basılacakmış gibi. Oysa onları aynı yazı karakterine getirmek için de gayret ediyorum. Kimisi elle yazılmış olarak gönderir. Kimi internette sayfamda var oradan al der. Derde der. Dergicilik derttir. Maki dergimizin bir başyazısında “Dergiciliğin Sorunları” adlı bir yazı da yazmıştım. Dergicilik zordur ancak seven için zevkli ve fedakârlık gerektiren bir çalışmadır. Dergi çıktığında “yüz akım çıktı” diyorum. Hepsi bu…
-Siz bir edebiyat fedaisisiniz. Ben sizi tanıdım ve içinizdeki o tutkuyu ve ışığı anladım. Tüm yaptığınız işlerde temennasız, karşılıksızdır. Yoğun bir iş temponuz vardır ama ben her zaman işimden keyif alıyorum diyorsunuz. Gerçekten mi?
-Evet. Edebiyatla uğraşmak, okumak, araştırmak, incelemek, insanlarla konuşmak, onları gözlemlemek onlardan halk kültürüne ait geçmişten getirdikleri her türlü değeri derleyip ortaya koyabilmek benim için büyük bir keyif. Bazen dinliyorum. Notlar alıyorum, Hikâyeler anlatılıyor. Sonra bunları yazmaya çalışıyorum. Bunları derlemek, yazmak ve gelecek nesillere kültürel miras olarak aktarmaktan daha güzel ne olabilir ki? İki hikâye kitabımı ve çocuklar için yazdığım değerler eğitimine yönelik üç hikâye kitabımı da bu şekilde hazırladım. Diğer derlediklerimi de dergi, gazete ve internet sitelerinde yayınlıyorum. Ne kadar insana ulaşıp onlara bir şeyler kazandırabilirsek mutluluğumuz daha da artacaktır. Şu anda da yerelden Türk dünyasına yönelik alkış ve kargışlar “Dualar ve Beddualar” üzerine çalışıyorum. Yeni bir dua, beddua derlediğim zaman değmeyin benim keyfime…
-Siz hem de bi Azerbaycan sevdalısısınız. Kafkaslar sizin için bir hasret yurduymuş seneler önce. Hatta eşiniz Fatma Hanım bir kere sohbet zamanı sizin genç iken meftillerin çözülmesini, sınırların açılmasını sabırsızca beklediğinizden söz etti. Bu sorunlar çözülsün ben Azerbaycanlı kızla, Kafkasya güzeli bir kızla evleneceğim diye hayal ettiğinizi söylemişti. Sizin bu mevzuda çok güzel bir şiirinizde vardır. “Aybalam, Aybikem, Sarıçiçeğim” adlı şiirinizi de o zamanlar yazmışsınız öyle mi?
-Demek ki bizim sırlarımız Azerbaycan’a size kadar ulaşmış. Söylediklerinizin hepsi doğrudur. Öğretmen olarak çalıştığım zamanda bile Milli Eğitim Bakanlığınca açılan yurtdışına gönderilecek öğretmenler sınavına katılıp, kazandım. Ancak sözlü sınavda bir aksilik oldu, Kırgızistan’a gitmek istiyordum. Nasip olmadı. Ama Türk yurtlarına özlemim hiç bitmedi. Kafkaslı biri ile evlenmek istediğimi bunun için hayaller kurduğumu da eşime evlendikten sonra anlattım. O size bunları aktarmış. O dönemde yazdığım bir şiir ve şiiri konu alan bir yazım mevcut. “Sarıçiçeğe Hasret Günlerim” yazımın başlığıydı. Sizinle yazımı ve şiiri burada paylaşayım:
“SARIÇİÇEĞE HASRET GÜNLERİM”
Sevdiğim, her şeyim, hayal edip yazdığım. Gözlerimi kapadığımda belirli-belirsiz canlanan hayali ile yandığım!
1979 yılındayız. Daha yirmiikisinde bir delikanlıyım. Senden uzaklarda bir yerlerdeyim. Buraya geleli daha dokuz gün olmuş. Yörük çadırlarında saçta pişen ekmeğin buğulu kokusunun etrafa yayılıp insanın içini çekişi var ya… İşte o koku ne ise o şekilde buram buram burnumda tütüyorsun şu an.
Sana duygularımı yazmak istiyorum tam dokuz gündür. Elim kaleme gitmiyor. Yazacağım anda bir hüzün çöküyor içime. Duygularım yazılabilseydi kalemden gözyaşı olup akıverecekti. O damlalar birleşip, dere, nehir, sel olup her şeyi önüne katıp, yakıp, yıkacaktı!
Yazamadım. İnsan yazmayınca düşünmez mi? Yanmaz mı? Yanar elbette. Hem de yaban ellerde, gurbette. Sen de yaban ellerdesin. Bana göre gurbettesin…
Şu anda bu satırları senden yüzlerce kilometre ötede, Torosların zirvesinde, bir dağ kasabasında ağlayıp ta yazıyorum. Gözyaşlarım çıkmıyor, içime doğru akıyor.
Sensizlik ölüm inan. Sensiz olmak içten içe yanan bir kömür sobası gibi beni yakarken, içimi eriten o duyguyu da beraberinde getiriyor. Hasretlik diyorlar bunu adına. Hani Denizlinin ünlü Sanatçısı Özay GÖNLÜM’ün dediği gibi: “Hasretlik diyorlar bunun adına/ Goca dağlar bile dayanamamış/ Ben nasıl dayanayım anam!” Anaya duyulan hasret ve sevgi ne ise sevgiliye duyulan özlem de o imiş.
Ben, zaman geçtikçe sarıçiçeğe hasret günlerimin azaldığına inanıyorum.
Seni düşündüm yine. Acaba ne yapıyordun? Benim gibi sessizliğin ve sakinliğin her tarafa çöktüğü gece yarılarında uyuyamayıp, beni düşünüyor muydun? Ben biliyorum. Hasretlik ateşi senin de içini yakıyor. Bu ateşte yanması ne zor imiş.
Bu akşam, küllenmeyen bir kor oturdu yine yüreğime. Bunalıyorum. Ne yapayım, ne edeyim bilemiyorum. Kafam çatladı çatlayacak. Dert bölecek, dert dökecek içten samimi bir arkadaş arıyorum şu anda, kendime. Radyoda çıkan birkaç güzel türkü de beni ferahlatacağına, daha da bunalttı.
Vee..
Cefakâr dostlarıma sarıldım yine. Aldım kâğıt ve kalemi elime. Bir çırpıda yazıverdim duygularımı.
Şiir deniyor buna. Zamanın acımazlığını ancak şiir dindirebilir. Şiir insanı yakan büyü gibidir. Onu yazmaya başladın mı zaman durur. Kalbine bir delik açmışsındır zamanın. Zamanın acımasızlığını durduran tek tesellidir şiir. Zamanın hüzünle üstüne çöküşünün çıkış noktası, duyguların kükreyen dilberidir. Gönülden gelen mısralar bir bir kâğıda dökülürken, zaman geçiverir ancak; şiir, bir billur gibi kalıverir.
Şiir kalpteki hüznü çıkaran, yazdıkça serinleten bir efsanedir. Bir güfte, bir beste ve bir şarkıdır o zaman şiir.
Sen benim gönlümde yaşayan bir güzel Türk kızısın. Ulaşılmaz bir hasretin büyüklüğü çöker oturur seni düşününce beynime. Duyarım sesini yalnız olsam da, hayalimde büyütürüm ulaşmak isterim yaşadığın o hüzünlü, kimsesiz, esir diyarlara. Ulaşırımda. Şiirde kin olur mu? Olsa olsa ancak sevgi olur. Saygı olur. Yürek olur. Yüreğimden haykırırım, sizler için büyüttüğüm hedeflerimi. Derdine ilaç olurum. Hasretinle yanarım. Ağlarım, hüzünlenirim de, yine şiirin sevgisine rağmen hesap sorarım. Çünkü sen benim gönlümde “Kırımlı Bike, Azerbaycanlı Aybala, Kırgızistanli Aybike” gibi bir kızsın. Sana yanışım, onların Türk diyarlarında sevgiliye hasretlerindeki yanışı gibidir. Onların üzerinden duygularımla, gönülden yanarım ben sana.
İşte bu duygular içinde yazdım sana bugünkü şiirimi. Sunuyorum sana gönlümün en derin yerinden.
SARI ÇİÇEĞİM
Aybala’m, Aybike’m, kır çiçeğim,
Senin uğruna at sürdüm.
Nehirlerden, bayırlardan, dağlardan
Çeşmelerin aktığı yaylalardan geçtim.
Ulaşmak istiyorum Tanrı dağlarına,
At sürüyorum, gün batımı ufuk üzre.
Düşman çerisiyle vuruşuyorum,
Lokma olmayacağım onların tuzağına.
Aybala’m, Aybike’m, sarı çiçeğim,
Kırlara bakıyorum durmadan.
Senin ateşinle yanıyorum her an,
Düşünüyorum, sana kavuşamadan öleceğim.
Tanrı dağları uzak erişilmez,
Yokuştur çıkılmaz, sarp tırmanılmaz.
Aybala’m, Aybike’m, sarı çiçeğim,
Savaş düğündür bizde kaçılmaz.
Aybala’m, Aybike’m, sarı papatyam,
Kimsesiz, çaresiz, üzgün esir.
Elbet bize zulüm yapanlara,
Bu millet bir gün kinini gösterir.
-Siz Azerbaycan edebiyatının, hususen de Sumgayıtlı yazarların Türkiye’mizde yorulmaz tebliğcisisiniz. Hiç Sumgayıt’ta olmayı, hiç buradaki dostlarla görüşmeyi istediniz mi?
-Bu konu doğrudur. Ben Azerbaycanlı yazar ve şairlerimize Anamur SEDİR adlı internet sitemde sayfalar açtım. Onlardan gelen yazıları, şiirleri yayımladım. Maki dergimizde Azerbaycanlı Dostlardan sayfasını açarak her sayıda iki sayfa onlardan gelen şiirlerin yayınlanmasına önem verdim. Sumgayıt’lı dostlarla görüşmeye gelince; Siz ne diyorsunuz Allah aşkına? Ben cayır cayır yanıyorum. Can Azerbaycan diye atıyor yüreğim. Yüce Allah’a dua ediyorum. ‘Yarabbi beni Türk yurtlarına kavuştur. Oradaki kardeşlerimi, dostlarımı, arkadaşlarımı, soydaşlarımı göreyim. Türk yurtlarına ayak basayım, yüzüm süreyim’ diye. Yunus Emre’nin diliyle cevap vermek gerekirse; “GELDİ GEÇTİ ÖMRÜM BENİM” deyişinde Yunus:
“Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi
İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi
Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi”
Ölüm muhakkak. Hak gerçek. “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm” diyerek Yunus Rabbine kavuşmayı dilemiş. “Enel Hak’a” ulaşmak istemiş. Ben de sizlere, değerli Azerbaycanlı Türk insanına, Sumgayıt’taki dostlarıma kavuşup, konuşup, kaynaşmak isterim. Yunus’un yandığı gibi yanarım. Yürekten hep görüşmeyi istedim.
-Azerbaycan sizin ruhunuzdaki hangi şarkıya benziyordu o hasretli dönemlerde, şimdi hangi şarkıya benziyor?
-Benim ruhumda öyle bir şarkı var ki halen o şarkının sözleri beynimde ve yüreğimde hiç durmadan öylece dolaşıp duruyor.
“ELBET BİRGÜN KAVUŞACAĞIZ”
“Elbet bir gün buluşacağız
Bu böyle yarım kalmayacak
İkimizin de saçları ak
Öyle durup bakışacağız
İkimizin de saçları ak
Öyle durup bakışacağız
İkimizin de saçları ak
Öyle durup bakışacağız
Belki bir deniz kenarında
El ele mâziyi konuşacağız
Benim içimde yanar ateş var
Sevgilim, ne zaman buluşacağız
Benim içimde yanar ateş var
Sevgilim, ne zaman buluşacağız
Benim içimde yanar ateş var
Sevgilim, ne zaman buluşacağız
Belki bir gemi güvertesinde
Sen beni unutmuş, için kupkuru
Benim gönlümde hâlâ o arzu
Sevgilim, ne zaman kavuşacağız
Benim gönlümde hâlâ o arzu
Sevgilim, ne zaman kavuşacağız
Benim gönlümde hâlâ o arzu
Sevgilim, ne zaman kavuşacağız
Sevgilim, ne zaman kavuşacağız”
Azerbaycan, Sumgayıt, Bakü benim için bir aşk, bir sevgili. Bakalım ne zaman kavuşacağız? Nasip…
Büyük Şair Ahmet CEVAT’ın “Çırpınırdın Karadeniz” şiirinin şarkı hali bu gün için dilimden düşmeyen en önemli şarkıdır. Oradaki Türk’ün bayrağı hepimiz için çok önemlidir. “Kafkaslardan aşacağız, Türklüğe şan katacağız. Türkün şanlı bayrağını, Turan elde asacağız.”
-Azerbaycan’la, Sumgayıt’la ilgili şiir yazdınız mı hiç?
-İşin doğrusu ben çok şiir yazmıyorum. Ben bir hikâyeciyim. Azerbaycan Karabağ ile ilgili hikâyeler yazdım. Azerbaycanlı yazarlardan hikâye çevirileri yapıp yayınladım. Görmedim ki… Görmeden yazarsam ısmarlama şiir olur. Ismarlama şiiri de ben sevmiyorum. İnsan içinden geleni, yaşadığını, duygularını yazıp anlatmalı. Bir görürsem oraları o zaman yazarım inşallah.
-Eşiniz Fatma Hanım’da çok güzel şair, hem de çok güzel Türk hatunudur. İki şair bir arada iyi anlaşabildiniz mi, yoksa çok mu düşünce zorlukları yaşadınız?
-Eşim Fatma Hanım bir hece şairidir. Duygusaldır, çok hislidir. Melek gibi bir kadındır. O benim Azerbaycan diyarlarında hasretini çektiğim Sarı Çiçeğim olmuştur. Aybalam’dır, Aybikem’dir. Hatta bir kız torunumun adı da Aybike’dir. Fatma Hanım benim için ben de onun için şiirler yazdık. Hatta ozanlar gibi atıştığımız. “ Bizim Herif-Bizim Hanım” şiiri Türkiye’de meşhurdur. Biz severek, konuşarak evlendik. Aynı ülkünün aynı ideallerin, aynı duyguların insanıyız. Vatan, millet, bayrak, Türk, Atatürk sevdalısıyız. İki erkek evlat yetiştirdik. Onlarda bizim gibidir. Benim ilk okuyucum eşimdir. O benim yanlışımı, eğrimi, doğrumu açıkça söyler, Tenkitlerini direk ifade eder. Okuyucu şöyle düşünür diye uyarır. Benim editörümdür. Bana şiirlerini okur. Ben onun kadar cesaretli değilimdir. Onu fazlaca eleştiremem. Ancak şurada bir durum var derim. O da gerekeni yapar, daha güzel bir ifadeyle işi tamamlar. Biz ayrılıkların değil, birliğin, beraberliğin, sevginin ve bir birini tamamlayan iki yüreğin insanıyız. Azerbaycan’ı, sizleri görmeyi o da yürekten istemektedir.
-Türkiye’den baktığınızda Sumgayıt, Sumgayıt edebi camiası nasıl gözüküyor?
-Edebi camiada mutlaka ayrılıklar, anlaşmazlıklar, kıskançlıklar, başkasını çekememezlik gibi davranışlar olur. Hatta zorlu, iddialı atışmalar, karşılıklı yazışmalar, böbürlenmeler ve yüksekten bakmalar âlemin kralı benim demeler olabilir. En ünlü yazarların bile bir birinin aleyhine konuştuğu, eleştirdiği, acımasızca sözler söylediği durumlar vardır. Hatta Dünyanın bütün ülkelerinde böyledir. Böyle durumları sezdiğim olmaktadır. Hatta bazı dernekler etrafında toplanan bazı yazar ve şairlerin başka dernekleri hasım gördüğü de olur. Bu Türkiye’de de böyledir. Azerbaycan’da da böyledir. Önemli olan bu kavgaların yerine dostluğu, kardeşliği, birlik beraberliği tesis etmektir. AYB’nin ve AYB Sumgayıt bölmesinin etrafında ben bu birliğin sağlanmış olduğunu, bunun dışında da bazı grup ve çevrelerin de kendilerine göre bir edebi yapılanma içine girdiklerini okuduğum yazılardan, anlatılanlardan biliyorum. Herkese güzelliğin, duygunun, aşkın, edebiyatın etrafında, önyargısız sevgiyle birleşme ve beraber olmayı tavsiye ediyorum. Herkes edebi kimliği ile yazdıklarıyla ve etrafına saçtığı ışıklar ile anılacaktır. Onun için ölümlü dünyada kötülüğe, huysuzluğa, bağırmaya çağırmaya yer olmadığını düşünüyorum. Sumgayıt’taki edebi çevre bunu başaracak Türk dünyasında edebi bir yıldız olarak parlayacaktır diyorum. Bu röportajın sonunda ben bir şiirle sesleneceğim.
-Şimdi hangi işlerle uğraşıyorsunuz?
-Daha önce anlattığım şekilde iki yıldan bu yana resmi işimden emekli oldum. Kitap çalışmalarına devam ediyorum. Şu an eşimle birlikte bir roman çalışmasını tamamladık. Anıları yazıyorum. Öğretmenlerimi yazıyorum. Alkış ve kargışları toparlıyorum. Yerel kelimelerin yer aldığı bir sözlük çalışması yürütüyorum. İnternet sitelerimi düzenlemeye çalışıyorum. Ev işlerinde hatuna yardım ediyorum, bazen bahçede elimize, ayağımıza toprak değsin diye eşimle birlikte sebze, meyve yetiştirmeyle uğraşıyoruz. Seminerlere, konferanslara, kitap fuarlarına, imza günlerine gidiyoruz. MEŞYAD’da faaliyetlerimiz yazdan sonra yeniden başlamak üzere orada yoğun çalışmalarımız olacak. Bazen torun bakmak da bize düşüyor. Hani derler ya: “Evlat sermaye, torun kârdır.
-Bu yıl çok sevdiğiniz Sumgayıt’ın 75. yılı tamam oluyor. Neler dilemek istersiniz şehrimize?
-Öncelikle Allah bana Sumgayıt şehrini ve Azerbaycan’ı görmeyi nasip eylesin. Oradaki dostlarla yüce Tanrım beni buluştursun. Oraları tanımayı ve oralarla, sizlerle ilgili bir eser yazmamı da nasip etsin.
Biz Sumgayıt şehrinin birlik, berberlik, kardeşlik ruhu ile dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olarak sonsuza kadar Türk yurdu olarak yaşamasını diliyorum. Oradaki yazarlar güneş gibi parıldayan eserler versin, ışık saçsınlar ve edebiyatta, sanatta bir numara olsunlar. Yazılan eserlerden birisi Nobel edebiyat ödülünü kazansın inşallah. Bu arada Türkiye’miz ve diğer bağımsız Türk devletleri, Türk insanları ile birlik ve dayanışmamız da artsın. Türk dünyası birlik olsa inanın hiçbir devlet, hiçbir güç onun bileğini bükemez, Dünyanın efendisi biz oluruz. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Mersin için şöyle demişti: “Mersinliler Mersine sahip çıkın.” Onun bu sözünü Sumgayıt’a uyarlarsak: “Sumgayıtlılar, Sumgayıt’a,gözellikler diyarına sahip çıkın.”
Sumgayıt’ın yetmiş beşinci yılı kutlu olsun. Nice yetmiş beş yıllara…
-Son olarak bir şiir alabilir miyiz sizden?*
-Çağrı şiirimi yazmak isterim.
ÇAĞRI
İnsan perişan, umutsuz, darmadağın,
Hayat damarları kurumuş toprağın,
Ağaçları hüzünle ağlıyor dağın,
İnsan perişan, umutsuz, darmadağın.
Bizlere yeni bir ruh, yeni bir yürek gerek
Toplansın Arap, Acem, Çin, Türk, Frenk
Güzel bir umut dünyaya, nizam gerek
Bizlere yeni bir ruh, yeni bir yürek gerek.
Sevgidir, kardeşliktir, dostluktur temel
İnsanlığa kurtuluş, tüm insanlığa emel
Dolmalı kalplere, ruhlara güzel amel
Sevgidir, kardeşliktir, dostluktur temel.
Yüzyılları yırtıp geliyor onun çağrısı
Toplansın hürü, esiri, beyi, paşası
Birleşsin şehirlim, köylüsü, dağlısı
Yüzyılları yırtıp geliyor onun çağrısı.
Yunus bir çağrı, nefes, ışık bizlere
Doluyor artık ruha ve tüm gönüllere
Sevgi, dostluk, kardeşlik selam sizlere
Yunus bir çağrı, nefes, ışık bizlere.
Bu ropörtaj için çok teşekkür ediyorum. Tüm Azerbaycan halkına, sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum.
“Ədəbiyyat və incəsənət”
(20.11.2024)