“Atarlı Aziz” - Esra Söylemez Featured

“Ədəbiyyat və incəsənət” portalının “Ulduz” jurnalı ilə birgə təqdim etdiyi layihədə Türkiyənin “Genç Yürekler” jurnalının seçimində 51 türk müəllifinin yazıları yer alır. Türkiyə türkcəsində yayılan əsərlərin əsas qayəsi budur: “Dildə, fikirdə, işdə birlik!”.

 

 

“Atarlı Aziz”

 

Esra Söylemez

 

Gökyüzünü kızıldan mora, mordan maviye boyayarak gurup eden güneşin batmaya hiç de niyeti yok gibiydi. Göz alabildiğine uzanan zeytin ağaçlarının bitiminde başlayan denizin üstündeki nem sisleri, göğe doğru yükseliyordu. Çocuk, yol boyunca otobüsün camına burnunu dayayıp geçen arabaların plakalarını okumaya çalışmıştı. Çok da uzun sürmeyen yolculuktan sonra çiftliğin arazisine dolaşık bir yoldan girdiler. Kadın alnından akan teri elinin tersi ile sildi. Toprağın sıcağı ayaklarına vurmaya başlayınca çocuk huysuzlanmaya başladı. Tuttuğu nasırlı eli çekiştirerek:

“Nine, daha varmadık mı?”

“Te orda kocaman bir ev bizi bekler, geldik sayılır. Şehirde çok sümdüklendik, geç de kaldık” diye çocuğu bu sefer bileğinden sıkıca kavradı. Sanki bu ona daha çok güç ve sabır verecekti. Ninesinin sıcacık avcunu bileğinde hisseden çocuğun göğsü bir anda kabardı, karşıki dağlara kafa tutarcasına çenesini yukarı kaldırdı. Kendini ispatlamak istercesine, çocuk dilini damağından zor ayırarak bir çırpıda: “Yorulmadım, meraklandım da ondan” deyiverdi.

“Önce refik, sonra tarik, yavrum. Yol arkadaşın eyiyse yol sana vız gelir. Bunu iyi belle, bir daha da heç unutma!” derken kadın, çocuğu hem çekiştirerek yürüyor, hem de gözünü kısmış uzaklara bakıyordu. Kadın, ansızın durup kavradığı elinden çocuğu kendine çevirdi, omuzlarından tutup çocuğun göz hizasına eğildi. Bakışları -ezber ediyormuş gibi- bir müddet çocuğun yüzünü mutlulukla izledi ve dudakları  çocuğun alnından öptü. Ansızın  peydahlanan bu coştar sevgi seli ile de yol akıverdi.

Kadının kızından torunu olan bu cılız oğlan ilk göz ağrılarıydı. O da annesi gibi dünyaya geç teşrif edenlerdendi. Torun sahibi olana kadar gezilmedik kandilleri tozlu türbe kalmamıştı. Türbelerin gediklisi yaşlı kadın kendi için de az gezmemişti. Torunları doğunca da adaklar kesilmiş, dualarının kabulü şerefine şerbetler kaynatılmış, bebek kucaktan-kucağa büyütülmüştü. Çocuk kucaklık yaşı geçse de çiftliğe her gelişinde dedesinin kucağına oturur, boynuna sarılır; sabun, sigara ve sirke aromalı kokusunu içine çekerek oradan bir türlü inmek bilmezdi. O kucağı, ebediyen kaybedeli de üç yıl olmuştu. Adamın ölümünden sonra karısının kendini toparlaması çok uzun sürmedi. “Dönüş vakti gelmiş, hoş gidişleri ola” derdi gözleri hüzünlü, sesi titrek. İnançlı insanlardı vesselam.

Dedesi, torununu bir keresinde çiftlikteki sirke mahzenine götürmüştü. Serince ve loş bir yerdi. Her yer meşe fıçılarıyla doluydu. Dedesi meşenin sirke oluşurken onun nefes almasını sağladığını, ağacın kendine has aromasını da sirkeye kattığını anlatmıştı. “İşte büyükler de evlatlarının dinlenme, olgunlaşma meskenleridir. Her şey zamanına göre akar: ne biraz önce, ne biraz sonra. Gerçek hükümran zamandır” diyerek torununun sırtını sıvazlamıştı. İncelikli adamdı dedesi, kiminle konuşsa safi ona biriktirmiş bir ilgi ve alakası var sanırdınız.

Güneş hızlıca batmıştı; lakin ortalık mutlu, huzurlu bir nur gibi garip bir şekilde aydınlıktı. Kuşların cıvıltıları uzaktan gelen köpek seslerine karışıyordu. Birazdan cırcır böcekleri de ötmeye başlardı. Buraların yaz akşamlarında hüzün yoktu. Gecelerinde de sabaha uyanır gibi bir pür neşelik, bir çakır keyiflik vardı. Büyük evin bahçe kapısından girdiklerinde enfes bir esinti, envai çiçek kokusunu doldurmuştu zihinlerine. Göğsü genişleyen kadın “Şükür” diye mırıldandı. Sağlı-sollu rengarenk güllerin nöbet tuttuğu, ardı sert ve taze çim kokulu, Arnavut taşlı orta yoldan ilerlediler. İki katlı, bembeyaz boyalı, çeşitli büyüklüklerdeki pencereleri, barut renkli çatılı, fayanslı duvarları, buz camlı kapıları ile denize yukarıdan bakan bir evdi. Leziz zeytinleri ile bereketli zeytin ağaçlarının bittiği yer yola kavuşurdu. Nene ve torun, müştemilatı geçtikten sonra ahşap bir verandadan evin mutfağına daldılar.

“Ablam, geldiniz mi?” diye sordu yardımcı kadın, elindeki işi bırakmadan omzunun üzerinden bakarak.

“Geldik ya. Ben yokken her şey yolunda mıydı, bey geldi mi?” dedi nefes-nefese nine. İlk sualine “Evet”, ikincisine “Hayır” cevabını alınca üzerinden bir yük kalkmış gibi ferahladı. O an ninesinin eteğinden süzülerek mutfağa giren oğlanı fark eden yardımcı kadın tatlı şivesiyle:

“Hasan’ım da gelmiş, hoş geldin. Du bakam sana bir, nasıl da büyümüşsün”.

Bu iri yarı kadın, saçlarını okşadığı çocuğu adeta bir zeytin sepetiymiş gibi bir çırpıda kaldırıp yüksekçe bir sandalyeye oturttu. Yaşlı kahya ortalığı kolaçan etmek için mutfaktan ayrıldı. Çocuk düşmemek için sandalyenin kollarını sıkıca kavradı. Sarkan bacaklarını istemsizce çaprazlama sallamaya başladı. Çıkan esintiden hoşlandığından olsa gerek hareketi daha da hızlandırdı. Çocuğun o esnada garip bir hüznün yüreğine çöreklenmesiyle, annesi geldi aklına. O da burda olsaydı keşke. Gözleri doldu. “Bak özlersen, gitme” demişti annesi kaç kere; ama o ninesini de arzuluyordu. Annesi ile ninesinin bir-birlerine ne huy olarak, ne de görünüş olarak benzediği söylenebilirdi. Sık-sık didişseler de baş-başa fısır-fısır konuştuklarına da sıkça şahit olmuştu. İkisine de derin bir muhabbet besliyordu.

Yardımcı kadının iştahlı konuşma sesi ile fırının homurtusu bir-birine karışıyordu. Çocuğun bıraksanız yorgunluktan kapanacak gözlerini mutfağa dolan ekmek kokusu açık tutuyordu. Acıkmıştı. Kadın fırını açtıkça çocuk seviniyor, dakikalarca gözleriyle fırından çıkacakların peşinden koşuyordu. Açıldığında gıcırdayan çift kanatlı kapı sayesinde birinin geldiğini anlayan yardımcı kadın kapının menteşelerini özellikle yağlamıyordu. Şimdi bu kapıları bilerek açık bırakmıştı. Çimlere açılan mutfağın kapısından, karşıdaki ağaçları ışığıyla yıkayıp her yeri aydınlatan, alçalmış bir dolunay görünüyordu. Çocuğun çok hoşuna giden bu manzarada ayın ışığı bir anda gölgelendi. Ellerini arkasına bağlamış ızbandut gibi bir adam kapıda beliriverdi. Gördüğü dev karşısında -sanki bir suç işlemişçesine-  çocuğun yüzünü ateş bastı, avuçları terleyiverdi. İkram edilen sımsıcak ekmeğin lokması yumruk gibi yanağında bir müddet kaldıktan sonra zorla yutkundu. Adamın akıldan geçenleri okuduğu hissiyatı veren derin bir tavrı vardı. Çocuk, gözleriyle ninesini ararken adam çalı gibi sert ve gür kaşları arasından bakarak: “Sakine Bacı yok mu?” diye sigaradan sararmış bıyıkları arasında homurdandı. Yardımcı kadının eli-ayağı bir-birine dolanmışken yaşlı kahya bir eli ile eteğini toplamış, adamın arkasından soluk-soluğa mutfağa girdi.

“Yettim, beyim, buyur!”

Adam, bir yandan sandalyede emanet gibi oturan çocuğu süzüyor, bir yandan da; “Hasat zamanı yaklaşıyor, işçileri hazır ediyor musun?” diye kahyasına soruyordu.

Kahya kadından işitecekleri bitene kadar adam gözlerini çocuktan ayırmadı. Zavallı çocuk; utana-sıkıla gözlerini bu haşmetli bakışlardan kaçırmaya çalışıyordu. Sonunda:

“Torunu mu getirdin?” diye cevabı beklenmeyen bir soru yankılandı. Yayvan bir gülüşle öpülesi elini öpülsün diye çocuğa uzattı, diğer eli hâlâ arkasındaydı. Yardımcı kadın, çocuğu yere şimşek gibi indirip sırtından ittiriverdi. Terlemiş ellerini pantolonuna sürerek ilerleyen çocuk kendisinden açıkça bekleneni yapıverdi: kocaman kıllı eli bir çırpıda öpüverdi. Ninesinin yüzüne yayılan müsterih bakış ile karşılaşınca da rahatladı. Adam elini çocuğu başına koyarak:

“Bu çocuk bize rahmetliden emanet, mutlaka ilim, irfan öğrenecek” diye gürleyiverdi. Ninesinin “inşallah”, “maşallah” mırıltıları sürerken adam geldiği gibi gidince ay kaldığı yerden aydınlatmaya devam etti.

Üzerine and içilerek verilen kutluluğun sahibi, nam-ı diğer Atarlı Aziz zeytin ağaçlarını emanetin hası görürdü. Ona emek veren herkesten de kendini sorumlu hissederdi. Belki bir beye yakışan müşfik bakışları yoktu; ama zeytinlere, toprağa ahde vefasını çalışanlarının üzerinden ne elini, ne de gölgesini çekmeyerek gösterirdi. Zeytin ağaçları gibi aziz olmak için.

 

“Ədəbiyyat və incəsənət”

(05.11.2024)

 

 

 

 

 

Sayt Azərbaycan Respublikası Mədəniyyət Nazirliyi tərəfindən 2024-cü ildə “Qeyri-hökumət təşkilatları üçün qrant müsabiqəsi” çərçivəsində Azərbaycan Ədəbiyyat Fondunun həyata keçirdiyi “Yeniyetmə və gənclərdə mütaliə mədəniyyətinin formalaşdırılması” layihəsinin tərəfdaşı olaraq yenilənmiş, yeni bölmələr əlavə ediımiş, layihənin təbliği üzrə funksional fəaliyyət aparılmışdır.